22 Temmuz 2017 Cumartesi

BEN HİÇ GÜLMÜYORUM

Hiç komik değil.
Bir çocuğun küçücük parmakları arasında,
Satmaya çalıştığı bir top mendil nedense hiç komik gelmiyor bana.
Gülmüyorum, gülemiyorum ki ben.
Savaşın tadına bakmış hiçbir gözyaşı,
Hayattan kazığını yemiş hiçbir acı, bana tatlı gelmiyor çünkü.
Dedim ya gülemiyorum.
İtiraf etmem gerekirse, ağzımın tadını da hiç bilmem ben.
Sorunun çoğunun bende olmasının da şımarıklığını yaşarım üstelik.
Hastane koridorunun uzunluğunu farkettiğimde ya da
Bir insanın diğerinin kılına verdiği zararı gördüğümde,
Bir çiçek bahçesindeki bütün dikenlerin vücuduma batmasına şahit olduğum,  bir terasım da oluyor.
Birden bire düşünürken buluyorum kendimi o sıra,
Aklıma geliyor da,
Kızgın demirle dürtülen yaralara gülünür mü hiç?
Belki gülünür ama ben hiç gülmüyorum.
Öğrenmemişim ki bunlara gülmeyi.
Gülüp de karşıya geçmeyi.
Geçerken el sallamayı.
Bal gibi haklı olmanın değersizliğini,
Kaymak için bin takla atanlardan öğrendiğimden midir nedir, onu da bilmiyorum.
Doğumu, şölen bayram insanın,
Bir avuç toprağa dönüşmesini,
Havai fişek gösterisi izler gibi izleyemediğimdendir belki kim bilir?
Biri bilir mi?
Amalarla aram hiç iyi olmadı zaten.
Birbirimizle savaşımızı, çiçek olup da sustuğumuz günlere mi borçluyuz?
Yoksa delik cebimizle, kefeni doldurma telaşımıza mı, en ufak bir fikrim bile yok.
Ama ben hiç gülmüyorum.
Kalbimin köşesinde bir kız çocuğunun kırmızı ayakkabı sevdası sönmeden ve aslında tellenen saçları dolanırken ayaklarıma,
Birinin hüznü diğerinin, sefasına meze olmuşken,
İçim içimi kemirdiğinde, çoğu zaman yanaklarım bana hizmet etmeyi reddettiğinde,
Gülemiyorum.
Ve yine ama.
Size iyi seyirler diliyorum.

 

11 Temmuz 2017 Salı

SÖZÜM MECLİSTEN İÇERİ

 
Sonra şey oldu,
Bindim külüstür bir Murat 124’e.
Reklam sevmem ben ama bindim.
El salladım çocukluğuma.    
Geride kalanlar küçüldükçe, gittiklerim büyüdü gözümde, dağ oldu, tepe oldu.
Bazen de fiyakalı bir gökdelen.
Tam tersini hissetmeye başladığımda da büyüyecekmişim annem öyle söyledi.
Dediğine göre; bir deniz kabuğuyla karşılaşıp sevinmeyi unutmaya başladığımda da aynı şey olacakmış.
O hiç yalan söylemez.
Ama siz söylersiniz.
Hem de pek aşkla.
Üstelik sevmeyi bilmediğiniz bir aşkla.
Tıpkı yere düşünce öpüp başınıza koyduğunuz ekmeği,
Sofradan çöpe atıp sevmediğiniz gibi.
Rengarenk çiçekleri kalbinizin dili olarak kullanıp, susmaya başlar başlamaz attığınız gibi.
İki artı ikiyi bir güzel öğrenip, öğreteni sevmenin vefasını unuttuğunuz gibi.
Sevmiyorum demeye varmayan dilinizin,
Birinin ciğerini sökmekten hiç utanmadığı gibi.
Sözüm meclisten içeri!
Seviyorum demek uzun süre gelmemeli içinizden
Kralın peşinden gidip, tacını bıraktığında toz olmak, sevginin şartlarından biri değildir çünkü.
Yaşamadıklarınızın aslanı,
Yaşadıklarınızın kedisi olunca da fareyi avlamadan rahat etmeyen içiniziyse anlatacak halim yok bu akşam.
Pek âlâ ben de dört dörtlük değilim, hiç sevmem mesela, sağ kulağımı sol elle tutmayı,
Bir de el sallamayı.
Ne zaman salladıysam elimi,
Geride kalan da, giden de hep ben oldum.
Uzaktan izledim, önce kendimi, sonra yine kendimi.
 
 

3 Temmuz 2017 Pazartesi

SEVGİLİ HAYAT

Bu gece dertleşelim mi birbirimizle?
Alalım mı karşımıza kendimizi?
Naptın gerizekalı sen diyelim mi?
Kafana tüküreyim de dedim ben.
Kendimizi de dövelim mi biraz? Bence iyi fikir.
Acımadan yerden yere vuralım mı?
Bu gece şey demeyelim hiç.
Ama o da böyle yaptı.
Kendimizi her seferinde haklı çıkardığımız o mantığı kaldırıp bir köşeye fırlatalım mı?
Başımıza ne geldiyse ondan gelmedi mi zaten? Geldi mi?
Barışalım mı kendimizle?
Daha önemlisi kabullenelim mi başımızdaki en büyük derdin kendimiz olduğunu?
Kimse yokken, odanın ışıkları henüz kapanmışken,
Hayatını önüne almış o kadınım bu akşam.
Hüzünlenirken, nerede yanlış yaptığımı bilmezken,
Ve en çok.
Pişmanlıklarıma iç çekerken,
Zamanın bizi oyalamak için, gönderilen bir oyuncak olduğunu farkettiğimde,
Ellerimin arasındaki başım ne yaparsa yapsın bir çıkış  yolu bulamadığında,
Tam da bu akşam.
Ruhumla yüzleşmek elbiselerimi çıkartmak gibi geldi.
Çıplak kalmak kışın ortasında fakat üşümemekte aynı zamanda.
Dokunmak yaralarına, her yaranın sen de bıraktıklarını okumak, kimsenin bilmediği o alfabeyi çözmek kadar anlamlı bu gece.
Karşımda yeniden 5 yaşındaki halimi görmem de ortalama aynı dakikalara rastlıyor üstelik.
Hoş geldin diyorum, sarılıyorum. Sakın büyüme diyecek oluyorum, elimde olmadığının farkına vararak susuyorum.
Geçip bir pencere kenarından yıldız falan bulmaya çalışıyorum.
Hep birileri beni anlasın lakaytlığından uzaklaşıyorum bi an, belki de diyorum hayatta bizim onu anlamamızı bekliyordur.
Hafiften gün aymaya başlıyor sonra, beni güzel gösteren bir şeylere ihtiyaç duymaya başlıyorum.
Çünkü siz sevmezsiniz yara falan,
Pürüzsüz olmalı herşey, sorun sevmezsiniz.
Bilmezsiniz mesela, siz sanırsınız ki hep, ben o kameradaki şirin kız.
Ama size bir sır vereyim mi en güzel filtre yaraları insanın.
Düşünün bir kere?!?
Yaralanmayı görmüş bir gülümseme kadar anın tadını çıkartan başka bir şey olabilir mi?

Asıl mevzuya gelecek olursam Söz konusu çift yönlü otoban yollar değildi elbette Toprağa dönük bir kalbin Çaresiz sahibi olmaktı ben...