Bir çocuğun küçücük parmakları arasında,
Satmaya çalıştığı bir top mendil nedense hiç komik gelmiyor bana.
Gülmüyorum, gülemiyorum ki ben.
Savaşın tadına bakmış hiçbir gözyaşı,
Hayattan kazığını yemiş hiçbir acı, bana tatlı gelmiyor çünkü.
Dedim ya gülemiyorum.
İtiraf etmem gerekirse, ağzımın tadını da hiç bilmem ben.
Sorunun çoğunun bende olmasının da şımarıklığını yaşarım üstelik.
Hastane koridorunun uzunluğunu farkettiğimde ya da
Bir insanın diğerinin kılına verdiği zararı gördüğümde,
Bir çiçek bahçesindeki bütün dikenlerin vücuduma batmasına şahit olduğum, bir terasım da oluyor.
Birden bire düşünürken buluyorum kendimi o sıra,
Aklıma geliyor da,
Kızgın demirle dürtülen yaralara gülünür mü hiç?
Belki gülünür ama ben hiç gülmüyorum.
Öğrenmemişim ki bunlara gülmeyi.
Gülüp de karşıya geçmeyi.
Geçerken el sallamayı.
Bal gibi haklı olmanın değersizliğini,
Kaymak için bin takla atanlardan öğrendiğimden midir nedir, onu da bilmiyorum.
Doğumu, şölen bayram insanın,
Bir avuç toprağa dönüşmesini,
Havai fişek gösterisi izler gibi izleyemediğimdendir belki kim bilir?
Biri bilir mi?
Amalarla aram hiç iyi olmadı zaten.
Birbirimizle savaşımızı, çiçek olup da sustuğumuz günlere mi borçluyuz?
Yoksa delik cebimizle, kefeni doldurma telaşımıza mı, en ufak bir fikrim bile yok.
Ama ben hiç gülmüyorum.
Kalbimin köşesinde bir kız çocuğunun kırmızı ayakkabı sevdası sönmeden ve aslında tellenen saçları dolanırken ayaklarıma,
Birinin hüznü diğerinin, sefasına meze olmuşken,
İçim içimi kemirdiğinde, çoğu zaman yanaklarım bana hizmet etmeyi reddettiğinde,
Gülemiyorum.
Ve yine ama.
Size iyi seyirler diliyorum.